hikayeleri kim yazar?
sen, belki o, kim bilir belki de kendi yazar kendi okur. başka hayatları şekillendirenler, hayatlarına yön veremezler. isimleri büyükleri koyar ama kendileri taşır. aklı bulanın kendi bulanmaz, kirlenmez. doğru yol, aktığı yoldur, yolunda çamur varsa, yolunu kendi çizer, akar yolunu bulur! insanlar, her şeyi birilerinin yazdığı, çizdiği yanılgısından vazgeçmesi, kimliklerini yok saymak sanrısından kurtulması aktığı eşikten geçmez. verilen yönden kaynaklanır, 'yolun sahibi' varlığının zaruri gereksinimlerini atasının fuzuli ihtiyacından kaynaklandığını göremez. döngüler, döngüye bağlıdır. her şey bir gün döner. su elbet bir gün tersine akar.
24 Aralık 2011 Cumartesi
istem
erkek: ''isteğin nedir? ne istiyorsun söyle?''
kız: ''istediğim bir şey yok, istemediğim bir şey var. sen!''
erkek: ''madem isteğin olmadı, istemediğin olsun.''
yalnızlığımı, mutsuzluğumu giderecek sandım, bir insan düşündüm. üstüne doğanın mecbur bıraktığı iki kişiden olma, bir kişiden doğma parçalarla birlikte, kahkahalar ve ağlamalar hayal ettim. ben de insandım, hayal etmek, istemek hakkımdı diye düşündüm. tecrübeler acılardan doğar, ağlamalar bundandır. kahkahalar, acılardan doğar yine, anlam yüklenemeyen gülüşler bundandır.
yalnız olmadığımızı anladığım zaman içim huzura kavuştu. düşüncelerim beni yanıltmadı, doğru yolu gösterdi. düşüncem o ki, yalnız hissediyorsan başka yalnız insanları düşün. aynı ruh halini paylaştığın onca insan varken nasıl yalnızım diyebilir insan..?
mutsuzum deme, mutsuzluktan sonra gelen mutluluğu bekle.. her şey ait olana geri döner. sahip olduğumuz şey, sahip olacağımız şeylerdir. dahası yok..
kız: ''istemediğini istemek, istemek değilmiş''
erkek: ''istediğini istemediğin zaman, istemediğini istemek, istemektir bazen.''
beşiktaşlı günler #2
rüyalardaydı beşiktaş. soğuk gecelerde, buğulu camlara küçük parmaklarıyla yazmaktı beşiktaş. artık her şey değişmişti, beşiktaş aşkı bastırıldıkça büyümüştü..
Kahvaltı yapmak istedi, ama canı istemiyordu. hala aklı gece gördüğü rüyadaydı, beşiktaş tribünlerinde beşiktaş diye bağırışındaydı. beşiktaş fikstürüne baktı, istanbul'da 10 gün sonra maçı vardı beşiktaş'ın. 10 gün beklemek zor geliyordu. deplasmana gitmeye karar verdi. çok hızlı oluyordu her şey. ''durmam gerek bir soluklanmam gerek'' dedi. gülümsedi. ''beşiktaşlı olmak böyle bir şey, gittiği yere kadar'' dedi. kendiyle konuşmalarına ara verdi, sustu.
evden çıkarken damalı beşiktaş atkısı vardı boynunda. değişim başlamıştı. yıllardır uzaktan sevdiği, kalbinde muhafaza ettiği aşkını artık daha fazla saklayamamıştı. iş yerine girerken kendini bir an garip hissetti, şirketteki arkadaşlarının kendine olan bakışları rahatsız etmişti onu. umursamadı, masasına yöneldi. çıkardı atkısını masasına serdi. günün bitmesine daha ilk dakikadan istemeye başlamıştı. iş çıkışı semte gitmek istiyordu. düşünceleri yanına gelen arkadaşının ''hayrola esat, şampiyonluğa koşuyor da beşiktaş biz mi bilmiyoruz'' derken kaldırdı başını, baktı gözlerinde gördüğü o alaylı ifade kanına dokundu. bir şey demedi, başını çevirdi. beşiktaş'ın puan durumundaki yeri için sevmemişti o, birçok beşiktaşlı gibi şampiyonluk hayalleriyle uyumuştu, görmediği şampiyonluğun hasretiyle daha çok bağlanmıştı. sevgiliyi özledikçe, daha sıkı sarıldığı sevgiye, aşka benziyordu. anlamasını beklemiyordu, konuşmak faydasızdı. susmak en doğru şeydi. beşiktaşlı olmanın böyle tarafları da vardı.
gün bitmiş, iş yerinden ayrılmış semte gelmişti. dolaştı sokaklarda, kokladı havayı, beşiktaş bayrakları, sesleri duydu. içi huzur doluyordu. hiçbir psikolojik destek bu kadar etkili olamazdı. güzeldi.
yormuştu aşkına dönen yüzü, omuzlarına tatlı bir yük binmişti artık. bir sorumluğu vardı, beşiktaş'ın olduğu her yerde olmalı ve desteklemeliydi.. düşünceler düşünceler uyumak istiyordu.. eskişehir deplasmanına gitme heyecanı şimdiden sarmış, yolculuğun yorgunluğu yormuş, ve ses telleri kaşınmayı başlamıştı ama önce uyumak istiyordu, bir çocuk gibi kıvrılıp yatağa uyumak istiyordu..
6 Aralık 2011 Salı
22 Kasım 2011 Salı
beşiktaşlı günler #1
futbola düşkünlüğü aileden geliyor sayılmazdı. babasına sorularsa eğer, beşiktaşlıyım derdi ve hepsi o kadardı. mahallenin abilerinin çoğu diğer büyük takımları tutuyordu. yaşıtları, arkadaşları arasında iki beşiktaşlı vardı, birisi kendiydi zaten. beşiktaş'ın dolu dizgin gittiği yıllara da denk gelmiyordu çocukluğu, en azından hatırlayacak kadar büyümemişti o zamanlar.
neden beşiktaşlı olduğuna şimdi bir anlam veriyordu, ama o zamanlar bu seçimin nasıl olduğu kafasına takılmıştı gecenin bir vakti. bir mantık arıyordu, anlam yükleyecebileceği boşluk arıyordu.
kalktı, uyuyamayacaktı. düşünmeliydi ve düşünmesini sağlayacak uygun bir ortam yaratmalıydı kendine. çocukluk resimlerinin bulunduğu albümleri aramak en doğru hamle olacağını düşündü. çocukluk resimlerini, yetişme şartlarını hatırlaması onun hafızasını canlandırabilirdi. annesinin nereye koymuş olabileceğini düşünüyordu, her yer olabilirdi. eski kadınlardandı, aklın ermeyeceği yerlerden hayatı boyunca gereksiz şeyler çıkarmıştı. çocukluğuna dönme isteği annesine duyduğu özlemi de harlamıştı. uzun zaman olmuştu, sesi artık yetmez olmuştu bunun farkına varmıştı. arayış, annesinin elini öpmenin zamanı geldiğini fısıldamıştı kulağına. birden nerede olduğu aklına gelmişti işte, aramayı bırakması, aradığı şeyin bulanabilirliğini artırmıştı. gereksiz diye, bir kutuya doldurup her şeyi, bir köşeye bırakmıştı. gereksiz olduğunu düşündüğü onun hayatıydı, hayatının kareleriydi. kendine kızdı, tozlu kutuyu aldı, çalışma masasının yanına bıraktı. çalışma masasının üstüne boşalttığı zaman kutuyu masasına bıraktı. hayatını geri almanın zamanı gelmişti.
saatlerce baktı, düşündü, her şey dün yaşanmış gibi gözünde canlanıyordu. hayatının son iki saatinde çocuk olmuştu tekrar. ancak hiçbir neden bulamadı onu beşiktaş ile bağlayabilecek. kadere inanan biri değildi, uzun zaman önce bırakmıştı birçok şeye inanmayı, bundan dolayı ''kader'' olamazdı ama kader gibi bir şeydi buydu. bu sorunun tatmin edici bir cevabı olamayacağına inanıyordu, saatlerini kendini şarj etmeye ayırmıştı. iyi olmuştu, zira insanların geçmişleri taşır geleceklerini.
geçmişi bırakıp geleceği düşünmeye karar verdi ve en kısa zamanda bir beşiktaş gününde beşiktaş'a kavuşmuşma sözü verdi kendine. ne oldu da bu kadar ayrı düştüğünü düşündü, beşiktaş başkanının icraatları, aşkının göz göre göre bitirilmesine, dibe çekilmesine katlanamayıp, beşiktaş'ın peşinden gitmeyi bırakmıştı. amaç yönetenlerin elini zayıflatmaktı, bu davranışın yararı olup olmadığını bilmiyordu en azından bir şeyler yapmaya çalışmıştı. hiçbir şeyi bıraktığı gibi bulamayacağını biliyordu artık futbol kültürü tamamıyla değişmişti. yine de beşiktaş onu çağırıyordu karşılık vermeliydi. dört yıllık özlemi dindirmeliydi.
gün doğacaktı, biraz uyumalıydı. yatağına gitti.
21 Kasım 2011 Pazartesi
1 Kasım 2011 Salı
kim ne demiş
''en sıradan şey sıradışı olmayı istemektir.'' demiş shakespeare. evet, bunu gayet ciddi söylemiş
ya da leyla ile mecnun'un mecnun'u ali atay'ın sesinden
''yalan ne diyorsam ne duyduysam hep yalan
yalan kim ne dediyse ne duyduysan yalan'' diye haykır.. yok.
romantik bir şaire bakalım ne demiş
''aynı masalları dinlemelerine rağmen, ötekiler hiç böyle bir şey yaşamadılar.'' friedrich leopold von hardenberg (novalis)
belki de bizden birine kulak vermeli
''uzaklardaydın, oracıkta, öbür kıtada,
keşke yalnız bunun için sevseydim seni.'' cemal süreya
''bir kan damarı açmak istiyorum, bana sonsuz özgürlüğü verecek'' demiş goethe. yok yok olmuyor
olmazsa son sözü yaşayan söylesin
bo desin,
''buhranın beyhude
yaşarken olmazsa ölünce heybende beyhude''
ya da leyla ile mecnun'un mecnun'u ali atay'ın sesinden
''yalan ne diyorsam ne duyduysam hep yalan
yalan kim ne dediyse ne duyduysan yalan'' diye haykır.. yok.
romantik bir şaire bakalım ne demiş
''aynı masalları dinlemelerine rağmen, ötekiler hiç böyle bir şey yaşamadılar.'' friedrich leopold von hardenberg (novalis)
belki de bizden birine kulak vermeli
''uzaklardaydın, oracıkta, öbür kıtada,
keşke yalnız bunun için sevseydim seni.'' cemal süreya
''bir kan damarı açmak istiyorum, bana sonsuz özgürlüğü verecek'' demiş goethe. yok yok olmuyor
olmazsa son sözü yaşayan söylesin
bo desin,
''buhranın beyhude
yaşarken olmazsa ölünce heybende beyhude''
25 Ekim 2011 Salı
bil ki
karanlık çökünce içini hüzün kaplamasın
bil ki,
dünyanın bir köşesinde tüm yakıcılığıyla günü-güneşi hissedenler var.
onlar senin yerine de güneşlenecekler
güneşli günlerinden sıkılıp, perdelerini kapatacaklar,
aç olanların yerine yiyecekler, içecekler
ağlayanların yerine gülecekler
engelli insanların yerine dans edecekler, eğlenecekler,
aşk acısı çekenlerin gözlerine içine bakarak, sahte aşklar da yaşayacaklar
sınırsız paralarına rağmen daha çok isteyip, paraya daha çok tapacaklar
hiçbir şeye sahip olamayanlara nispet bile yapacaklar
düşünmeyecekler.
sen,
bir kere geldiğin dünyada, güneşe hasret, aç, sefalet içinde,
dünyanın bir köşesinde senin sahip olamadığın şeylere sahip olan ve bunları doyasıya yaşayan birilerinin olduğunu bilerek yaşayacaksın
çünkü buna ''dünyanın adaleti'' diyorlar!!
23 Ekim 2011 Pazar
van depremi, kızılay yardım bekler
insan bilmez korkuyu, acıyı
bir yakını içinde yer almadıkça.
maddi menevi tüm yardımlarınızı esirgemeyin diyenlere kulak asmayın. manevi yardımı geçin, elinizi cebinize atın. yardım da bulunun. kızılay bağışlarınızı, yardımlarınızı bekliyor.
2868'e atılan her boş mesaj 5 tl. (atmayanın...)
internetten bağış yapmak isteyenler için
http://secure.kizilay.org.tr/
16 Ekim 2011 Pazar
bir zamanlar ''aşk'' #4
yaşadığı tüm zamanı, yalan olarak görmek zor geliyordu ona. aslında aradığı ya da aramak istediği ''aşk'' değildi. kendini aramak istiyordu. sığınacak, mutluluğunu sağlayacak bir liman arıyordu. bu liman karşısına hiçbir zaman çıkmayacak zannediyordu. oysa limanlar gölgesizdir, geldiğini belli etmez. bunları bilmiyordu. kütüphanede kaldığı bir hafta boyunca, yüzlerce kitaba göz atmıştı. kendini tanımıştı, kendini bulmuştu, çok şey öğrenmişti.o, yatağına uzandığında gülümseyerek kapatmak istiyordu gözlerini. suyu kana kana içmek istiyordu, yemek yerken ağzını şapurdatmak istiyordu. ne istediğini artık biliyordu. o, yaşamak, nefes almak istiyordu. kalmamıştı işi burada, kalmamıştı işi hiçbir yerde.
kalktı masadan. ceketini aldı, giydi. heyecanla girdiği kütüphanedeki her şeyin gözünü kamaştırdığı, içini umutla doldurduğu raflara baktı, yürüdü. görevli kadın alaylı bir ifadeyle ''yine bekleriz efendim'' derken, yürümeye devam eti. cevap vermedi..
b.öktem
5 Ekim 2011 Çarşamba
bir zamanlar ''Aşk'' #3
yorgundu. aramak yormuştu onu. insanların aramaları kadar, aradıklarını nerede arayacaklarını bilmeleri de önemliymiş. şimdi anlıyordu. yılmadan, ikinci durağına doğru yoluna devam ediyordu. kararlıydı, bir şeyler bulacaktı. ikinci durağı birkaç blok ötedeydi. insanların pek uğrak yeri değildi. teknolojinin kontrolsüz gelişimi, bilgiyi insanların ayaklarına getirmişti. artık insanlar bilginin ayağına gitmiyordu. evet! gittiği yer bir kütüphaneydi. aradığını bulamasa da aradığı şey üzerine yazılmış çok şey bulacağını ümit ediyordu.
etraf sessizdi, kimsesiz gibiydi. etrafa bakındı, ilgilenen bir görevli aradı gözleri ama yoktu. ''kimse yok mu'' diye seslendi. birkaç takırtı işitti kulakları. '' bir dakika'' diye bir ses duydu. beklemeye başladı. esmer bir kadın belirdi rafların arasında. kısa boylu, zayıf bir kadındı. yaklaştıkça detayları farkediyordu. nefes hareketlerini göğsünden anladı. süreksizdi. esmer kadın '' buyrun nasıl yardımcı olabilirim ? '' derken saçlarını düzeltiyordu. ''1900 ve 2000'li yılların kitaplarına bakınıyorum, yardımcı olabilir misiniz ? '' sözüyle karşılık verdi. esmer kadın masasına yöneldi ''arşivlere bakalım'' dedi. ''iyi günler'' sesi yükseldi kapı tarafında, esmer kadın aramaya son verip '' iyi günler'' dedi kıskıs gülerek. şık giyinimli, ortaca boyluydu adam, şiyah saçları muhtemelen boyaydı. kendini genç gösterme uğraşında olmalıydı. geçerken gözlerinden ''nereden çıktın sen'' bakışını yakalamıştı. kütüphaneye ilk girdiğinde kimsenin olmamasının nedenini de öğrenmişti. sevişmek için yatak kullanan çift sayısı her geçen gün azalıyordu. düşüncelerini dağıtan esmer kadının sesi ile irkildi '' beni izleyin '' dedi ve ayağa kalktı. büyük ve tozlu rafları birbir geçmeye başlamışlardı. kadının hemen yanında yürüyordu, az önce düşündüğü konular, aradığı şeyin önemi yüzünden bir anda önemsiz olmuştu. ''burası 1900'lü yıllara ait, burası da 2000'li yıllara ait raflar'' dedi. toplamda dört raf işaret etmişti. bu beklediğinden daha azdı. '' hepsi bu kadar mı?'' dedi hayalkırıklığı sesinden anlaşılıyordu. kadın şaşırmış bir iafdeyle ''evet'' dedi ve arkasını döndü, uzaklaşmaya başladı. arkası dönük giderken bağırıyordu ''16.00'da kapatıyoruz'' yan tarafında bulunan masaya yöneldi. ceketini çıkardı, masaya bıraktı. raflara baktı, 1900'lü yılların bulunduğu raflara doğru yöneldi..
naydina nana ile söyleşi, röportaj benzeri bir şey yaptık. o sordu ben cevapladım.
okumak isteyenler tıklayınız
teşekkür ederim tekrar kendisine.
okumak isteyenler tıklayınız
teşekkür ederim tekrar kendisine.
29 Eylül 2011 Perşembe
diğer sözler
lisa: sana iki kelimelik sonunu bilmediğim bir hikaye anlatayım mı?
rick: evet
lisa: seni seviyorum.
casablanca-1942
bazen başkalarından duyarız hissettiklerimizi, söylemek istediklerimizi..
rick: evet
lisa: seni seviyorum.
casablanca-1942
bazen başkalarından duyarız hissettiklerimizi, söylemek istediklerimizi..
cesaretimiz için yakalım korkularımızı- laalala lalaaa
noktadan sonra konan nokta olsun diye hayatta, ilk nokta olmaya gittim. sen virgül olmalısın, boyun uzun, biraz uğraşırsan boynun bükülür dediler. yazmaz bizim not defterimizde boyun eğmek dedim ve ekledim, boyum da size girsin o zaman!! derken kapıya yöneldim. bir an durdum. döndüm yüzümü, topladım pılımı pırtımı. çıktım. söylendim yol boyu. şöyle dedim; insansıların sonu geleceği bir dünya var gelecekte / hayallerde, rüyalarda kısılmış / söndürmeyin yangınlarınızı / yanan yerler yok olsa da daha güzeli mutlaka doldurur yerini / özünden kopan için daha çok alev, daha çok rüzgar / daha yükseğe, daha uzağa alevler / laaa laaa lalala lalaaa...
18 Eylül 2011 Pazar
bir zamanlar ''Aşk'' #2
klasik şarkıları seviyordu, özellikle eski şarkılar çok duygusaldı. yüz yıl önce söylenmiş şarkıların söylendiği zamanlarda yaşamayı isterdi, o zamanlar aşk gitmemişti, insanların arasında salına salına dolaştığı muhakkak idi. o zamanlar yaşamış olsa, aşkı-sevgiyi aramak zorunda kalmayacaktı. öyle bir haldeydi ki, cahilliğin dibine kadar batmıştı. aşk ve sevgi kendi zamanında bir tutulan efsaneydi. efsaneyi yaşatmak adına, teknoloji kullanılıyordu. işte kendi zamanı böyle bir zamandı. müziği kapattı, keşke, olsa gibi keyif sürecek, hayal kuracak zaman değildi onun için. onun bir amacı vardı, bu amaç için yaşamalıydı.
kalktı. başlangıç yeri önemliydi ve bunun için günlerce düşünmüş, araştırmalar yapmıştı. ve şimdi başlangıç noktası olarak belirlediği, şehrin botanik bahçesine doğru hareket halindeydi. artık, birkaç kilometrelik camdan fanuslar içindeydi botanik bahçeler ve parmaklıkların ardından izlemekteydi insanlar. aşk haplarından alan çiftlerin romantizmi yaşamaya çalıştıkları yerdi aynı zamanda. uyuşturulmuş beyinleri uyandırmayı çok istiyordu ama anlaşılmama kaygısı, insanların çoğunun kapatıldığı akıl yoksunu evine gitme korkusuyla birleşince, isteği yok oluyordu. aradığı bir hayat damarı vardı onun, dışarıda kalmalıydı.
daldığı düşünceler zamanı ileri sarmıştı sanki. durdu, bir an tereddüt etti. çevresine bakındı. gelmek istediği yere gelmişti. botanik bahçe önü yine kalabalıktı. insanların sıraya girdiği yere doğru yöneldi. çiftlerin ve tek girmek isteyenler için iki ayrı sıra mevcuttu. yalnız olmasından dolayı, yalnızlar sırasına girdi. önünde yüzlerce kişi vardı. 10 dakikalık yapay romantizm için, insanların saatlerce sıra beklemeleri sistemin sonucuydu. insanların aç gözlü olmaları, dünyadaki her şeyi tükettiği gibi, bu tür çözümlerde üretmişti.
yaklaşık bir saattir bekliyordu, içeri girmek üzereydi. her şeyin parayla yaşandığı bir zamanda, giriş için para vermek üzere elini cebine attı, kartını çıkarttı ve makineyi onaylattı. hiç eline alamadığı para için çalışıyordu insanlar. her şey numaralar ve küçük ekranlardan ibaretti. haneli rakamları görmek insanları maddi doyuma ulaştırıyordu ya da en azından insanlara doyuma ulaşmış hissettiriyordu. bahçede olmanın etkisiyle ürpermişti, neyi, nerede arayacağını bilmeden dolaşmaya başladı. bir işaret ya da herhangi bir şey göreceğini tahmin ediyordu. hayatını tahmin üzere değiştirdiğinin farkında olmadan..
kalktı. başlangıç yeri önemliydi ve bunun için günlerce düşünmüş, araştırmalar yapmıştı. ve şimdi başlangıç noktası olarak belirlediği, şehrin botanik bahçesine doğru hareket halindeydi. artık, birkaç kilometrelik camdan fanuslar içindeydi botanik bahçeler ve parmaklıkların ardından izlemekteydi insanlar. aşk haplarından alan çiftlerin romantizmi yaşamaya çalıştıkları yerdi aynı zamanda. uyuşturulmuş beyinleri uyandırmayı çok istiyordu ama anlaşılmama kaygısı, insanların çoğunun kapatıldığı akıl yoksunu evine gitme korkusuyla birleşince, isteği yok oluyordu. aradığı bir hayat damarı vardı onun, dışarıda kalmalıydı.
daldığı düşünceler zamanı ileri sarmıştı sanki. durdu, bir an tereddüt etti. çevresine bakındı. gelmek istediği yere gelmişti. botanik bahçe önü yine kalabalıktı. insanların sıraya girdiği yere doğru yöneldi. çiftlerin ve tek girmek isteyenler için iki ayrı sıra mevcuttu. yalnız olmasından dolayı, yalnızlar sırasına girdi. önünde yüzlerce kişi vardı. 10 dakikalık yapay romantizm için, insanların saatlerce sıra beklemeleri sistemin sonucuydu. insanların aç gözlü olmaları, dünyadaki her şeyi tükettiği gibi, bu tür çözümlerde üretmişti.
yaklaşık bir saattir bekliyordu, içeri girmek üzereydi. her şeyin parayla yaşandığı bir zamanda, giriş için para vermek üzere elini cebine attı, kartını çıkarttı ve makineyi onaylattı. hiç eline alamadığı para için çalışıyordu insanlar. her şey numaralar ve küçük ekranlardan ibaretti. haneli rakamları görmek insanları maddi doyuma ulaştırıyordu ya da en azından insanlara doyuma ulaşmış hissettiriyordu. bahçede olmanın etkisiyle ürpermişti, neyi, nerede arayacağını bilmeden dolaşmaya başladı. bir işaret ya da herhangi bir şey göreceğini tahmin ediyordu. hayatını tahmin üzere değiştirdiğinin farkında olmadan..
9 Eylül 2011 Cuma
4 Eylül 2011 Pazar
bir zamanlar ''Aşk'' #1
o, sevgisiz bir evrenin, sevgisizliğine boyun eğmeyen son savaşçıydı. sevgiyi, kalitesiz raflarda satılan kitapların sayfa aralarında sunuyordu hayat ona. o, bunu kabul etmeyecek kadar gururluydu, başkalarının yalancı sevgilerine aldanmış olması, onun da kanacağı, katlanacağı anlamına gelmezdi, gelmemeliydi. direnmeliydi. belki kendisi gibi direnen biriyle karşılarsa, sevgiyi tekrar diriltebilirlerdi. masal olarak anlatılan her şey, belki de masal olarak kalmazdı yaşamın devam ettiği sürece.. durmamalıydı, beklememeliydi, devam etmeliydi. aramalıydı. bunları biliyordu ama kendisine şunu sormaktan bir türlü kurtulamıyordu ''ama nasıl?'' bu soruyu sormadığı gün, bir yerlerde sevgi için, hareket vakti gelecekti.
gördüğü rüyayı hatırladı, gülümsedi. ayağa kalktı, zamanı gelecekti her şeyin. bunu biliyordu, hissediyordu. ''sadece sabret'' diye söylendi.
31 Ağustos 2011 Çarşamba
yarın doğacak mı güneş?
dün etiyopya'da açlıktan ölenler
bugün somali'de
dün afganistan'da oyuncaktı kurşunlar, füzeler
bugün suriye'de
sorarım yarın nerede?
29 Ağustos 2011 Pazartesi
fucking story #4
kısır döngü, her gün yeni bir sıradanlık hikayesi daha ekleyecekti onun hayatına. yarın ne yapacağını merak etmiyordu bu yüzden. merak etmek, insanları bir hayat yaşamaya mecbur ediyordu. o ise, bir hayat yaşamayı istemiyordu; bir hayatı geçiştirmek istiyordu, hayatını idare etmek istiyordu. bu yüzden her gün birbirine benzer hayat geçiştirmeleri sahneliyordu. o ''çoğumuz hayatı yaşamayı, yaşarken daha yaşamaktan vazgeçmiş olmalıyız, ruhsuz bedenlerimizin oradan oraya savrulmasının izahı bu olmalı. yaşadığımız acılar, üzüntüler sürüklesin bizi. boğsun gecenin karanlığında ve yeni güne tekrar diriltsin, tekrar tekrar yaşayalım üzüntüyü, acıyı bu sefer çok daha derinden hissedelim ve tekrar boğsun bizi hikayelerimiz, iyi sandığımız işimiz, okulumuz, sağlığımız... hiçbir şey yapmadan, seyredelim kendi boktan hayatımızı.'' derdi ve sonsuza kadar giderdi, başka bir sonsuza kadar gitmeye doğru..
b.öktem
b.öktem
26 Ağustos 2011 Cuma
ne yapacağız biz, sikik dünya
hepimiz hayat dediğimiz, kötü, çok kötü şeylerle içi doldurulmuş eski bir karavanda yolculuk etmek zorundayız. bindik bir kere o karavana...ha? yolculuk etmeyi seçtik ya da seçmedik, işte beraberiz. bu boktan yolculuğa katlanmak zorundayız. yani? ya da karavanın bir uçurumdan devrilmesi için ya da tekrar ya da gideceğimiz nokta her ne ise-bir nokta varsa-ulaşmayı beklemeliyiz öyle mi? hepsi deli saçması bunların. iğrenç bir şarkı hepsi. çok kötü, terleten, kusturan bir kabus.
söylenmesi gereken o kadar çok şey varki. ama ne için? isyan etmek, asi olmak bile ne için? şu an birilerinin bu sefil hayatlarımızı izlediğini düşünün bir, yaptığımız onca saçmalıklara götleriyle güldüklerini.. o halde asi olmak, isyan etmek, birilerini suçlamak, bağırmak bile saçma değil mi? peki ne yapmalı? hıı? hiçbir şey! sadece içmeli, ağlamalı..
bu da yetmez. ne yapmalı o zaman? evet, ''ne'' yapmalı. ne'yi bulamamız gerek. bulduktan sonra ne yapacağız bi?. ne'yi yapacağız biz.
ne dışında hiçbir şey yapmayacağız biz, işte böyle sikik bir dünya bu.
söylenmesi gereken o kadar çok şey varki. ama ne için? isyan etmek, asi olmak bile ne için? şu an birilerinin bu sefil hayatlarımızı izlediğini düşünün bir, yaptığımız onca saçmalıklara götleriyle güldüklerini.. o halde asi olmak, isyan etmek, birilerini suçlamak, bağırmak bile saçma değil mi? peki ne yapmalı? hıı? hiçbir şey! sadece içmeli, ağlamalı..
bu da yetmez. ne yapmalı o zaman? evet, ''ne'' yapmalı. ne'yi bulamamız gerek. bulduktan sonra ne yapacağız bi?. ne'yi yapacağız biz.
ne dışında hiçbir şey yapmayacağız biz, işte böyle sikik bir dünya bu.
beşiktaşk!
futboldan soğuyan bizler, beşiktaş'a olan bağlılığımızdan hiçbir şey kaybetmedik..!
öldürmek istiyorsan aşıklarını,
kanser etme bizleri
son dakikalar da gol at, kalp krizi geçirelim ya da kupa-lar al, alkol komasına girelim, ölelim..!
öldürmek istiyorsan aşıklarını,
kanser etme bizleri
son dakikalar da gol at, kalp krizi geçirelim ya da kupa-lar al, alkol komasına girelim, ölelim..!
21 Ağustos 2011 Pazar
ispanyol meyhanesinde seni aradım / turhan oğuzbaş
Bu akşam |
Seni aradım kadehlerdeki dudak izlerinde Sonra akvaryumlu meyhanede balıklara sordum seni Canım kıyasıya sarhoş olmak istiyordu Yokluğun bir karanlık gibiydi içimde Ağır ve dayanılmaz İspanyol meyhanesinde Seni içtim toprak kadehlerden yudum yudum önce bir serinlik sardı kanımı İliklerime kadar üşüdüm Sonra bir orman yangınında eridi dudaklarım Ve bütün sokaklarında İstanbul'un Gece sabahlara dek seni aradım Ne yana baksam karanlıktı Oysa güzel kadınlar vardı masamda Kendinden emin kadınlar İnce uzun parmaklı, beyaz kadınlar vardı. Şarap bir yerde o kadınlar gibiydi İçtikçe başım dönüyordu Şimdi bütün meyhanelerde kadehler Senin için uzanır yıldızlara Bir gitar alaca karanlıkta ilk seranadı Senin için yapar Madrid'te Madrid'te şarap renkli horozlar ötüyordu Seni görür gibi oluyordum Boğazıma bir şeyler düğümleniyordu Üşüyordum, yorgundum üstelik Soğuktu İspanyol Meyhanesi, loştu. Ve şimdi bütün meyhanelerinde İstanbul'un Sevenler sarhoştu. İstanbul meyhanesinde Ne şömine vardı, ne beyaz halılar Ama içtiğim her kadehe kokun sinmişti Başım dönüyordu İstanbul'u yıkmak geliyordu içimden İstanbul meyhanesi şarap şarap kokuyordu Ben gayesizliğin böyle korkunç olduğunu Bilmezdim... Meyhaneye düşmeden önce Bir garson halime bakıp Anladı yıkılmış olduğumu Canım yeşil şarap istedi-sordum; 'Yok' dediler Sonra gözlerin aklıma geldi Oturup ağladım İspanyol meyhanesinde kadehlerde seni yaşadım En güzeli seni sevmekmiş meğer Ölesiye, delice, korkunç Fırınlarda seni aramakmış ekmek diye Seni beklemekmiş en iyisi Ölümü bekleyen hastalara inat Eski bir meyhane şarkısı vardı Bir türlü anımsayamadım Sonra gözlerini düşünüp Kadehlerde yeşil yeşil yandım Biliyorum... Bir gün sende geleceksin İspanyol Meyhanesi'ne Bir gün sen de çılgıncasına sarhoş olacaksın Sevdiğimiz şarkıları söyliyeceksin sabahlara dek Yeşilköy'de bir güneş doğacak Şarapsı gecelerimizden Ama yanımda kadınlar varmış Ama inceymiş, ama beyazmış, üstelik güzelmiş Sen yoksun ya, ellerini tutmuyorum ya! Şarabı aynı kadehten içmiyorum ya! İspanyol Meyhanesinde seninle ölmek varmış Vız gelir dünya! Yorgunum şimdi, bitkinim Beni unut artık Söyle garsonlara Kırılmış bir kadeh gibi bıraksınlar beni Şimdi ispanyol meyhanesinde bir tahta masada kaldı adım Yere dökülmüş şaraplara güneş doğuyordu, Seni unutmadım! ... |
nesrin sipahi yorum ile dinlemek için: |
19 Ağustos 2011 Cuma
fucking story #3
zaman kavramını yitirmişti. saatin kaç olduğunu bilmiyordu, bakabileceği bir saati de yoktu, kullanmıyordu, sevmiyordu saat kullanmayı, zincirlendiğini hissettiriyordu kolundaki o saat ona. bir şeyler yapmak zorunda bırakan bir zincirdi saat. günler, gün doğumu ve bitişi ile sınırlı olmalıydı, çünkü bu doğaldı. yeni gün üzerinden planlar yapmalıydı insan. birkaç saat sonrası için yapılan planlar insan ömrüne zarardı. bazen hayatın içinde bulunmak, sanıldığı kadar iyi olmayabilirdi. düşünceler sarıp sarmalamıştı zihnini yine. bey amcanın sızmasıyla birlikte, daimi yoldaşı, kendisi yine onunlaydı. çok içmişti, gitmeliydi artık. kalktı, senedeledi önce. kolunu tutan yan masadaki gence ''iyiyim ben teşekkür ederim'' dedi. ayağa kalkmadan masaya bıraktığı para için, kendini kutluyordu. sallanarak dışarıya çıktı, temiz hava bir tokat gibi çarptı yüzüne. derin bir nefes aldı, tokat yerken bir daha vur diyen sadistlere benzetti kendini. gülümsedi.
şimdi yürüyordu, sokaklar boştu. sabahın bu saatleri, sokakların bu sessizliği ve boşluğuna bayılıyordu. geçen günlerdeki yalnızlıklarını anlatıyordu insanlara '' ne kadar eşiniz dostunuz da olsa, işte bu saatte yalnızsınız'' diyordu. bitmeliydi bu şey, artık adını koyamadığı insanların hayat, yaşam gibi türlü uyduruk isimler taktığı olgu bitmeliydi. sonu yoktu, bir bakmışsınız mutlusunuz, bir bakmışsınız mutsuzsunuz. kimileri mutsuzluğun mutluluğu daha anlamlı kıldığını söylüyordu, o ise bir türlü anlamıyordu. herkesin ulaşmak istediği, bunun için hayatını tükettiği cennet, acının, şüphenin, huzursuzluğun... vb. şeylerin olmadığı yerdi. öyleyse orada onları anlamlı kılacak şey neydi? işte soru buydu. bu soruya genelde kimse cevap veremiyordu, konuyu kapatan kişi oluyordu. şimdilerde kimseyle konuşmadığı için, bunlar hatıralarıydı sadece.
yakınlarda bir yerlerde ''menekşe gözler hülyalı'' çalıyordu. severdi bu şarkıyı, eşlik etmeye başladı. Süzüldü göz yaşları, dudaklarını ıslattı. ama söylemekten geri kalmadı ''...beni terk eyleme, canım, gülüm gel'' göz yaşlarıyla birlikte söyledi, söyledi yürüdü, yürüdü, yine yürüdü...
olamaz mı?
yorulduk, yoruldukça cahilleştik. kapattık dünyaya kendimizi. cahilliğimiz ebedi..
yorgunuz, biraz da mızmız ve tembelliğimiz daimi.
cahiliz, yalnızız, yorgunuz, huysuz ve de tembeliz.. ancak yaşanmakta olan, yaşanacak. direnenler elbette kayıplar verecek ama yeter ki, dönsün normale dünya hali.
16 Ağustos 2011 Salı
fucking story #2
masasında bir kadeh rakı vardı . tek başına olduğundan, masaya şişeyle gelmemişti yaşça büyük bey amca. bir şey demedi, tanımıyordu onu ne olsa. keyifle bir yudum aldı, dün gece içmiş olmasına rağmen özlemişti bu tadı. seviyordu rakıyı. mutlu günlerinde arkadaşlarıyla, dostlarıyla paylaştığı o rakı masaları geliyordu aklına. hatıralarına döndüğü için, ayrıca bir bağlılığı olabilirdi rakıya karşı. evet, belki bundan dolayıydı. bir yudum daha alayım, hatıralar canlansın, raks etsin karşımda diye düşündü. ve dudakları tekrar buluştu soğuk rakı kadehiyle.
karşısındaki masada yalnız oturan adamın kendisine baktığını gördü. eski bir tanıdık gibi bakıyordu. sanki birden, ''nerelerdeydin sen bunca zamandır evlat'' diyerek sarılacakmış gibi. öylece bakıyordu, gözlerini kaçırmaya cesaret edemiyordu. gözlerini kaçırdığı zaman alınacakmış gibi, duygu yüklü gözlerle bakıyordu. kır saçlı, güleç yüzlü cana yakın adam. elinde rakı bardağıyla birlikte kalktı masasından, ''oturabilir miyim delikanlı'' dedi. şaşırmıştı ''buyur bey amca'' dedi. ''yalnız içmek, utandırıyor beni delikanlı'' dedi. ''bir adabı vardı eskilerde rakı içmenin, bu gece yad edelim seninle o günleri'' dedi. uzattı kadehini, meyhane ortamında bir kadeh tokuşturulma sesi duyuldu. meyhane için yabancı olmayan bu ses, iki kişi için oldukça özlenen bir sesti.
bir süre düşüncelere kapattı kendini, sadece sadece tatlı dilli bey amcanın güzel muhabbetine bıraktı kendini..
karşısındaki masada yalnız oturan adamın kendisine baktığını gördü. eski bir tanıdık gibi bakıyordu. sanki birden, ''nerelerdeydin sen bunca zamandır evlat'' diyerek sarılacakmış gibi. öylece bakıyordu, gözlerini kaçırmaya cesaret edemiyordu. gözlerini kaçırdığı zaman alınacakmış gibi, duygu yüklü gözlerle bakıyordu. kır saçlı, güleç yüzlü cana yakın adam. elinde rakı bardağıyla birlikte kalktı masasından, ''oturabilir miyim delikanlı'' dedi. şaşırmıştı ''buyur bey amca'' dedi. ''yalnız içmek, utandırıyor beni delikanlı'' dedi. ''bir adabı vardı eskilerde rakı içmenin, bu gece yad edelim seninle o günleri'' dedi. uzattı kadehini, meyhane ortamında bir kadeh tokuşturulma sesi duyuldu. meyhane için yabancı olmayan bu ses, iki kişi için oldukça özlenen bir sesti.
bir süre düşüncelere kapattı kendini, sadece sadece tatlı dilli bey amcanın güzel muhabbetine bıraktı kendini..
14 Ağustos 2011 Pazar
fucking story #1
Hatırlıyordu, ilk ağaca çıkışını, yeterince güçlü olmadığı için çıktığı o ağaçtan düşüp ayağını incittiğini. Acı çektiği, günlerce yürüyemediği o anısı bile neden şimdi gülümseyerek hatırlıyordu? İlgisini çekmişti konu ve aklındaki bir köşeye not düştü. Şimdi daha önemli işleri vardı. Onları düşünmeliydi.Düşünmesi gerektiği birçok sorunu varken neden önemsiz şeyleri düşünüyordu? Bu düşünce bile o an kendine sorduğu bu soruyla, tekrar başa dönüyordu. Zihninin ona yaptığı işkenceydi bu.
Bir sevda masalıydı kendi gözlerinde. Bencillik insanlığın en büyük yarasıydı, kanamayan. En güzel ve en kötü şeylere, enlerin hepsine sahip olduğunu düşünen bir insanın oğlu olmasıydı onunda derdi. Kendi doğacak çocukları da atalarından gelen bencilliklerin üstüne, bencillik katacaklar ve daha bencil olacaklardı şüphesiz.Yara diye tanımladığı bencillik üzerine düşünmesi gerektiğini düşündü tekrar, çünkü bencillik belki de bir hastalıktı. Doğarken edindiğimiz genetik bir hastalık, yıllar geçtikçe tedavisi insanın kendi içinde- yine bencillik ederek kendini doktor ilan etmesiyle- çözmeye çalışacağı belki çözeceği belki de çözemeyip pes edeceği bir hastalıktı. Vardı öyle hastalıklar. Bir süre sonra çırpınmanın son erdiği, hastanın hastalığa teslim olduğu... Aşk gibi..
Elini cebine attı, saate bakacağı bir saati yoktu kolunda. Cep telefonunu buldu. Geç olmuştu, soğuk havada bir saati aşkın süredir oturduğu bank, onu hasta edecekti. Aldırmadı soğukta düşünmek daha iyi oluyordu bazen..
Dijital saatleri de sevmiyordu, zamanın hızla akmasına katkı yaptıklarını düşünüyordu. Dijital saatler olmasaydı insanlar saat konusunda yanılabilir, dalgınlığına getirebilir ve zamana karşı kısa süreli de bir zafer kazanma edası takınabilirlerdi. Yaşadıkları zaman dilimi içerisinde insanların bu tür doğaçlanmış hislere ihtiyacı vardı. Gülümsemelerin, belli edilmeyen kıskançlıkların ve kızgınlıkların yanında, gerçek hislere ihtiyaç duymak, suyun insan yaşamındaki vazgeçilmezliğinin oranını düşürdüğü şüphesizdi. Konudan konuya geçen zihnini yavaşlatması gerekiyordu. Bu yüzden ayağa kalktı.
Bacakları üzerinde esnedi. Bir jimnastikçi olsaydım, düşüncesi vardı şimdi de aklında. Düşünmek istemiyordu. Birkaç kadeh bir şeyler içmek, beynini uyuşturmak ve sonra da uyuşmuş, düşünemeyen beyni ile düşünmeden harekettiği ettiği davranışlarının, düşünmeye başladığı zaman, muhakemesini yapmak istiyordu. Böylece tekrar uyuşturmak için bir nedeni olacaktı beynini. Beyninin, beyni hakkında plan yapması da hoşuna gidiyordu, en azından sinsi olmadığını düşünüyordu.
Bayağı yol gelmiş olduğunu fark etti. Sağda rum meyhanesi gördü. Üşüdüğü için düşünmeden içeri girdi.
Loş sıcak bir ortamı vardı meyhanenin. Küçük ve az insan olması, müziğin daha net duyulmasını sağlıyordu. Bu güzel diye düşündü. Yanına sokulmuş adamı fark ettiğinde admamın kendisini karşılamış, masaya buyur etmiş elini gördü.
Oturdu ve ''Rakı'' dedi. ''Rakı getir bana.''
Bir sevda masalıydı kendi gözlerinde. Bencillik insanlığın en büyük yarasıydı, kanamayan. En güzel ve en kötü şeylere, enlerin hepsine sahip olduğunu düşünen bir insanın oğlu olmasıydı onunda derdi. Kendi doğacak çocukları da atalarından gelen bencilliklerin üstüne, bencillik katacaklar ve daha bencil olacaklardı şüphesiz.Yara diye tanımladığı bencillik üzerine düşünmesi gerektiğini düşündü tekrar, çünkü bencillik belki de bir hastalıktı. Doğarken edindiğimiz genetik bir hastalık, yıllar geçtikçe tedavisi insanın kendi içinde- yine bencillik ederek kendini doktor ilan etmesiyle- çözmeye çalışacağı belki çözeceği belki de çözemeyip pes edeceği bir hastalıktı. Vardı öyle hastalıklar. Bir süre sonra çırpınmanın son erdiği, hastanın hastalığa teslim olduğu... Aşk gibi..
Elini cebine attı, saate bakacağı bir saati yoktu kolunda. Cep telefonunu buldu. Geç olmuştu, soğuk havada bir saati aşkın süredir oturduğu bank, onu hasta edecekti. Aldırmadı soğukta düşünmek daha iyi oluyordu bazen..
Dijital saatleri de sevmiyordu, zamanın hızla akmasına katkı yaptıklarını düşünüyordu. Dijital saatler olmasaydı insanlar saat konusunda yanılabilir, dalgınlığına getirebilir ve zamana karşı kısa süreli de bir zafer kazanma edası takınabilirlerdi. Yaşadıkları zaman dilimi içerisinde insanların bu tür doğaçlanmış hislere ihtiyacı vardı. Gülümsemelerin, belli edilmeyen kıskançlıkların ve kızgınlıkların yanında, gerçek hislere ihtiyaç duymak, suyun insan yaşamındaki vazgeçilmezliğinin oranını düşürdüğü şüphesizdi. Konudan konuya geçen zihnini yavaşlatması gerekiyordu. Bu yüzden ayağa kalktı.
Bacakları üzerinde esnedi. Bir jimnastikçi olsaydım, düşüncesi vardı şimdi de aklında. Düşünmek istemiyordu. Birkaç kadeh bir şeyler içmek, beynini uyuşturmak ve sonra da uyuşmuş, düşünemeyen beyni ile düşünmeden harekettiği ettiği davranışlarının, düşünmeye başladığı zaman, muhakemesini yapmak istiyordu. Böylece tekrar uyuşturmak için bir nedeni olacaktı beynini. Beyninin, beyni hakkında plan yapması da hoşuna gidiyordu, en azından sinsi olmadığını düşünüyordu.
Bayağı yol gelmiş olduğunu fark etti. Sağda rum meyhanesi gördü. Üşüdüğü için düşünmeden içeri girdi.
Loş sıcak bir ortamı vardı meyhanenin. Küçük ve az insan olması, müziğin daha net duyulmasını sağlıyordu. Bu güzel diye düşündü. Yanına sokulmuş adamı fark ettiğinde admamın kendisini karşılamış, masaya buyur etmiş elini gördü.
Oturdu ve ''Rakı'' dedi. ''Rakı getir bana.''
24 Haziran 2011 Cuma
huzur içinde...
“sağ yanım, sol yanım, kalbim
bir şeyler dokunuyor, yanıyor.
ya havanın kararması,
ruhumun dağılması
zaman neden, nereye gider…
bilemiyorum;
bazen aklım yetmiyor,
tüm akılları toplasam da bir aşk etmiyor…”
kazım koyuncu
sevdiğim, saygı duyduğum herkes, bir bir yalnız bırakıyor beni bu siktiğim dünyada. çok kanıma dokunuyor. yalnızdım, şimdi daha da yalnızım.!
yalnızdık, şimdi daha da yalnızız..!
bir şeyler dokunuyor, yanıyor.
ya havanın kararması,
ruhumun dağılması
zaman neden, nereye gider…
bilemiyorum;
bazen aklım yetmiyor,
tüm akılları toplasam da bir aşk etmiyor…”
kazım koyuncu
sevdiğim, saygı duyduğum herkes, bir bir yalnız bırakıyor beni bu siktiğim dünyada. çok kanıma dokunuyor. yalnızdım, şimdi daha da yalnızım.!
yalnızdık, şimdi daha da yalnızız..!
16 Haziran 2011 Perşembe
saygıdeğer okuyucularım
yok yok canı sıkılan herkes bir sosyal ağa bağlı olmamalı.
açınız bir kitap okuyunuz lan!
aa yeter!
Şimdi bir william blake şiiri ile devam ediyoruz sevgili okuyucular, tekrar birlikte olana dek, esen kalın..!
ey gül, sen hastasın:
uluyan fırtınada,
geceleyin uçan
gözle görülmez kurt,
senin kızıl sevinç yatağını buldu;
ve onun karanlık aşkı
senin yaşamını yok ediyor.
william blake
açınız bir kitap okuyunuz lan!
aa yeter!
Şimdi bir william blake şiiri ile devam ediyoruz sevgili okuyucular, tekrar birlikte olana dek, esen kalın..!
ey gül, sen hastasın:
uluyan fırtınada,
geceleyin uçan
gözle görülmez kurt,
senin kızıl sevinç yatağını buldu;
ve onun karanlık aşkı
senin yaşamını yok ediyor.
william blake
14 Haziran 2011 Salı
asgari ücretle çalışacak kötü gün dostu aranıyor
kötü günleri kötü yapan yalnızlığımız; sevdiklerinizle birlikte göğüs gereceksiniz zorluklara, kötü günlere.. en büyük kötü, yalnızlığımız. (yalnızlığımı öldürecek kiralık katil aranıyor)
tabii sevdiklerinizle birlikte değilseniz, kötü günler uzar, uzar, uzar.. ha (ünlem lan) diyorsanız ''bu kötü günler hep yaz aylarına denk geliyor'' o zaman kahpe felek demek için hala zaman var, ve küfür etmek eğlencelidir edebilen için, unutmayın (ünlem yine lan)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)